Karanlıkta kendini şiltenin yumru yumru yüzeyine ustaca bıraktı. Kapı bir kez daha çalındığında, ışıksız odada hemen doğrulup bağırdı: “İmdat!”

Koridordaki boğuk ses ise şöyle uyardı: “Saat dört.”

Kaldığı otelin penceresinden dışarıyı seyreden eski boksör (yeni aşçı) Billy Tully, aynı gün kendisinden daha genç ve acemi Ernie Munger ile tanışır. O gün California’da yine sefalet havası esmektedir. Birlikteyken veya arkadaşlarıyla ayrı ayrı sohbet ederken bu durumdan bahsetmezler. İç sıkıntısı yaşadıklarını kendileri de, biz okurlar da fark ederiz ama sebebini tam olarak açıklayamayız. 

Ernie ile kısa bir maç yapan Billy, kendisini yenen bu gencin yetenekli biri olduğunu düşünür, yoluna devam etmeden evvel ona destek çıkmak ister.  Bu sayede önce Earl’ü ve ardından menajer Ruben’i tanırız. İki boksörün yolları bir süreliğine ayrılmıştır.

Billy karakterini önceden tanıtarak, bir anlamda Ernie’nin olası geleceğini görmemizi sağlıyor yazar. Ernie’nin başına gelenleri okurken ise Billy’nin geçmişini. Boks, etraflarındaki sefaletten kaçabilmenin tek yoludur onlar için. Tekrar tekrar dövüşerek denemeye devam ederler. 

Romanın karakterleri ağırlıklı olarak erkeklerden oluşuyor; yaşları farklı olsa da benzer kişiliklere sahip, kültürel ve ekonomik bakımdan birbirlerine benzeyen karakterler. 1950’li yıllardan kalan bir görünüm sunulur okura. Dönemin argosuna uygun kelimelerle konuşurlar, bolca alkol tüketirler, aileleriyle ilişkileri çok derinlikli değildir. Eşleri olarak tanıdığımız kadınlar da benliklerine dair sırları açıklamazlar. Romanın tümünde genel bir iletişimsizlik vardır. İki boksörün tanışıp ayrılmalarıyla başlayan hikâye zinciri, onların yeniden bir araya gelmesiyle doruk noktasına ulaşır. Billy’nin devamlı döngüleri ve Ernie’nin denemeye devam etmekteki ısrarıyla roman tamamlanıyor. Kitabın genelinde, anlatılanların nedenleri hakkında ipucu verilmemiş. Tek başlarına yaşadıklarını düşündükleri her sorun büyük bir kalabalığın mücadelesini anlatır. Karakterlerin o anki durumları sadece birer sonuç olarak ortaya konmuş gibidir. 

Billy karakterinin sürekli eski eşini hatırlaması romanın en önemli detaylarından biri. Birlikte yaşadıkları günlerin, hayatının en parlak dönemi olduğu fikrine kapılmıştır. O günlerle ancak eşini düşünerek yüzleşmeye çalışır, çoğunlukla hatalarından dolayı kendine öfkelenir. Hayattaki bütün şansını, ideallerini; mücadele ettiği, kazanmak istediği her şeyi eski eşinde somutlaştırmış ve onu kaybetmiştir Billy. Onunla tekrar karşılaşmayı arzular. Eski eşi, bir nevi “Amerikan rüyası”na duyduğu özlemdir. En başından beri varlığını sezdiğimiz iç sıkıntısı tam olarak o rüyadan doğar. Benzer bir duruma Ernie’de de rastlarız. Kendisini yetersiz hissettiği için Faye’in duygularını sorgular, aralarındaki ilişki onu asla tatmin etmez. Hayattan daha fazlasını beklerken, beklediklerini hak etmediğini düşünür. Kitap boyunca umutsuzluk, yozlaşma, kendini aldatma böylelikle iç içe geçer. Lida Spor Salonu’nda benzer arzularla yanıp tutuşan onlarca hevesli genç vardır.

1972 yılında sinemaya uyarlanan Mutluluk Kenti, gösterime girdiği yıl eleştirmenler tarafından çok beğenilmiştir, filmin senaryosunu da Leonard Gardner kaleme almıştır. Bazı sahnelerde romandan farklı bir akış kurgulansa da hikâyede değişiklik yapılmamıştır. Aralarında Cannes Film Festivali de olmak üzere birçok özel gösterime katılmış ve üç ayrı ödül kazanmıştır. Film ülkemizde “Boksörün Dünyası” adıyla biliniyor. 

Mutluluk Kenti farklı bağlamlarda tekrar okunmaya açık bir roman, belki de yeniden izlenecek iyi bir film. Leonard Gardner günübirlik çalışanların, antrenmanlardan arda kalan zamanda tarlada işçilik yapan boksörlerin hem ruhen hem de fiziksel bakımdan ne kadar benzer göründüklerini tasvir eder. Diğer yandan Stockton şehrinin kasvetini ve melankolisini okuruz. Anlatılan, insanların olduğu kadar şehrin de hikâyesidir. Gardner’ın betimlemeleri sayesinde otelleri, barları, kaldırımları, tabelaları ve hatta renkleriyle şehrin tüm hüznünü tanımış oluruz. Zaten Wes de benzer bir şey düşünür, neden boksör olmak istediğini düşünürken aklından şunlar geçer: “Boksörler başka şehirlerdeki adamlardı, sebze tarlaları arasındaki bir otoyolun kenarında, karanlığa park edilmiş bu arabadan çok uzaktaki büyük şehirlerde.”

Ringde geçen üç dakikanın gerçek hayatta yıllara denk düştüğü söylenir. Kalabalıklaştırmadan yazdığı kısa romanına dekor olarak boksu seçen Leonard Gardner, bu yüzden yalnızca melankolik değil, gerçekçidir de.